Aklımın erdiğince,
bilgimin yettiğince bir kadın olarak sıkıntılarımızı, sorunlarımızı yazmak
istedim. Yazacaklarım tamamen kadınların sıkıntısı diye düşünüyorum.
Ben erkek düşmanı
değilim. Sadece haklarımızın ve sorunlarımızın derdindeyim. Bazen biz kadınları
gereksiz yere onurlandırıp bazen de hiç hak etmediğimiz şekilde inciterek
sorunlarımızı unutturdular. “Kızını dövmeyen dizini döver, kadının sırtından
sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, elinin hamuruyla erkek işine
karışma.” gibi birçok örnekler vardır. Ya da “kız evladı, öz evlat, yuvayı dişi
kuş yapar, ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar, cennet anaların ayaklarının
altında.” gibi avutucu sözlerle avutmuşlar bizi. Canımızı, gözümüzü kırpmadan
verebileceğimiz vatana; “anavatan, anayurt, ana cadde.” gibi sıfatların olduğu
benzetmelerle de onurlandırmışlar bizi. Oysaki biz ruhumuzu okşayacak “laf olsun.” Şeklindeki doyumdan çok kanunlar
önünde eşit olmak istiyoruz. 2. yurttaş olmak istemiyoruz. Atatürk’ümüzün
kurduğu cumhuriyetin Türk kadınını görmek istediği yerdeki Laik Cumhuriyet
adını korumak istiyoruz.
Siyasetçiler çekin
elinizi başımızdan. Örtümüzle değil, beynimizle hak ve sorunlarımızla gündeme
gelelim. Türkiye büyük millet meclisi hepimizin; sizin tekelinizde değil.
Dönelim biz kadınlara. İğneyi kendimize çuvaldızı karşımıza batıralım. Biz
kadınlar niçin haklarımıza sahip çıkmıyoruz? Haklarımızın alınması ile ilgili
mücadeleyi düpedüz erkeklerin lütfuna bırakmışız. Onlar ne derse, ne kadar ne
verirse onunla yetinmişiz. Biz eğitimimizle niçin gündeme gelmiyoruz?
Çoğunluğumuz babanın, ağabeyin; yani aile erkeklerinin kararıyla ya da,
eşimizin onayıyla işe girebiliyoruz. Bu bile okuyan, kırsaldan kente gelebilen
şanslı kadınların elde edebildiği bir hak.
Hatırlıyorum da,
eskiden rengarenk, çeşit çeşit başörtüleri genç kızların çeyiz sandıklarının
vazgeçilmeziydi. Başörtülü bir kadın gördüğümüzde, “abla, teyze ya da, anne.”
diyerek saygı gösterirdik. Çocukluğunu epeyce yaşamış bir kişi olarak hiçbir
gün başörtüsünün midemi bulandırdığını, sinirimi bozduğunu hatırlamıyorum.
Hatta gündemimde bile değildi. Bence o zamanlar başı açıklık eğitimin,
okumuşluğun; yani aydın insanların simgesiydi. Ne zaman başı açık birini görürsek,
onun etrafını sarar soru üstüne soru sorardık. Çünkü onlar bizce eğitimin
simgesiydiler. Kimse başının niçin açık olduğunu sorgulamaz ve onu haksız bir
biçimde yargılamazdı. “Keşke biz de böyle olsak”. diye çoğunun aklından
geçtiğinden eminim. Ne biz onları, ne de onlar bizi başkalandırmaz ve
yargılamazdık.
Türk Medeni Kanunu
İsviçre’den alınmıştır. Ne var ki biz İsviçre’deki kadınlardan önce kadın
olarak seçme ve seçilme hakkını elde etmiş; daha o günlerde çeşitli dernekler
kurarak siyasete atılmış ve ilk meclisin oluşumunda bile kadın milletvekilleri olarak
ülkenin yönetiminde söz sahibi olmuşuz.
Ülkemizin tarihine
baktığımızda, Cumhuriyet kazanımlarının yok olmaya başlamasıyla birlikte, kadın
hakları da hızla gerilemiş, kadının kazanımları ellerinden alınmış, kadın evine
hapsedilmiş, işten ve eğitimden çekilmiş; bunlar yetmiyormuş gibi şekli
baskılar başlamıştır.
Günümüze
geldiğimizde seçim meydanlarında, televizyonlarda, mecliste, siyasetçiler ne
zaman dara düşseler başörtüsünü gündeme getirip suni gündem yaratıyorlar.ve hiç
gündemden düşürmedikleri için de dardan çıkma malzemesi olarak yedeklerinde tutup
kullanıyorlar.
Seksenlerden sonra
bu baskılar iyice yoğunlaşıyor ve bizlere de iyice kabul ettiriliyor. Bizlerse
bu yanlış tavrı sessiz sedasız izliyoruz. Biz kadınlar birlik olup sesimizi
duyurmuyoruz. Gerek kadın örgütleri, gerekse kadın siyasetçilerimiz, kadınlar
adına bizler de mecliste, eğitimde, işte varız. Bunlar önce bizim insan
olmaktan ötürü haklarımız; yani bizler de “hayatın içindeyiz.” diye
haykırmıyoruz. Bizi sadece oy veren kişiler olarak görmeyin. Biz de eğitimde,
istihtamda, ülkenin yönetiminde söz ve karar sahibi olmalıyız. Bizim gerçek
taleplerimiz var. Bu talepler her şeyden önce bizim anayasal haklarımızdır. Biz
kadınlar olarak eğitim, iş, yönetim konularında gündeme gelebiliriz. Bu aslında
bizim elimizde. Eğer Kadınlar olarak birliği sağlayıp direnebilsek, bunların
hiç birisi olmayacak şeyler değil. Yeter ki biz olduğumuz yeri bilelim.
Durduğumuz yerde sağlam duralım.
Bazen düşünüyorum,
ülkemiz nüfusunun yarısını kadınlar oluşturmakta. Şöyle bir yöntem kullanılamaz
mı? Oy verme zamanlarında bizleri sadece oy veren olarak gören anlayışa karşı
birleşip sandığa topluca gitmememiz halinde, ortamı allak bullak etmez miyiz?
Eylemlerin en kalıcısını gerçekleştirmiş olmaz mıyız? Bu sorunun cevabını bile
kendim veriyorum. Elbette ki evet. Kazanım yüzde yüz bizim lehimize olacaktır.
Şöyle haykıralım mı kadınlar? “Bizim derdimiz başörtüsü değil. Çekin elimizi
başımızdan.” Biz iş istiyoruz. Okumak istiyoruz. Ekonomik güvence istiyoruz.
Kendi kararımızla özgürce evlenmek istiyoruz. Aydın, üretici anne olmak
istiyoruz. Kendimizi haklarımızla güvencede hissedebileceğimiz, sağlıklı kanunlar
istiyoruz.
Ben mayo giydiğim
ya da, açık giyindiğim için mahalle baskısı görmek istemiyorum. Çünkü ben
kimsenin açık ya da, kapalı olduğuna hiçbir şekilde müdahale etmiyorum. Ama
onlar bana “emekli de olmuşsun, niçin kapanmıyorsun?” diye baskı yapma hakkını
kendilerinde buluyorlar. Bu konuda uyardığımda ise, “biz seni düşünüyoruz.” diyorlar.
Haklılar da. Çünkü başımızdaki liderler durmadan başörtüsüyle uğraşıyorlar.
Hiçbir şekilde düşünmüyorlar. Oysa ki biz şiddete maruz kalıyoruz, eziliyoruz, horlanıyoruz.
Kendi başımıza karar veremiyoruz. Hayati kararlar alamıyoruz. Töre
cinayetlerinde faturaları biz kadınlar ödüyoruz. Sığınma evlerine, Morçatıya
biz muhtaç oluyoruz.
Sorunlarımız
saymakla bitmez aslında. Bu kadar sorunlarımız varken neden sadece başımız ve
örtüsüyle uğraşıyorlar? Bir türlü anlayamam. Biz kadınlar bu kadar örgütsüz, bu
kadar zayıf mıyız? Keramet başörtüsünde olsaydı eğer, herkes seve seve başını
örterdi. Oysa siyasetçilerimiz de bunun böyle olmadığını biliyorlar. Bunu bir
simge olarak kullanıyor ve gündemi saptırmanın bir yöntemi olarak görüyorlar.
Bu konuda da akıllı davranıp dini istismar ederek kullanıyor ve insanların
zihinlerini allak bullak ediyorlar. Oysa gerçek Müslümanlar çok iyi bilirler ki,
açık olmak ne namaza, ne oruca, ne de başka ibadetlere engeldir.
Ben açık bir kadın olarak
bütün ibadetlerimi gerçekleştiriyorum. Hiç de mani olmadığını biliyorum. Kızımın
başörtülü ya da açık olması benim hiç derdim değil. Benim derdim; onun sağlam
adımlarla yarınlara yürümesidir. Toplumda söz ve karar sahibi olmasıdır.
Verilenlerle değil,
gerçekte elde ettiğimiz haklarımızla yaşayacağımız günlere kavuşmamız
dileğiyle. Unutmayalım doktor olmak da, ilaç da, reçete de, tedavi görmek te;
hepsi bizim elimizde. Yani kadınların örgütlü olmalarına bağlı diye
düşünüyorum. Keşke biz kadınlar coşkun akan sel olabilsek. Belki sesimizi
duyururuz. Coşkun sel; damlaların bir araya gelip coşmasıdır. Coşarken engel
tanımaz bendini yıkar. Hedefi; dereye, ırmağa, nehire, sonunda denize
kavuşmaktır. Deniz de kayıklara, yatlara, vapura, gemiye yatak olur. Yüzme;
bilen insanlara zevk, bilmeyenlere mezar olur. Damla olarak kalsaydı eğer,
varlığını hissetmezdik. Bunlardan da anlıyoruz ki, tek başımıza yol alamayız
kadınlar. Meydanı boş bırakmayalım. Köylü köyünde, kentli kentinde bir araya
gelelim. Güçlü bir örgütlenme; ancak bizim haklarımızın alınması ve
sorunlarımızın çözümünün anahtarı olur. Haklar birlikle alınır, düğünler
şenlikle olur. Haydi, kadınlar birliğe. Birlikten dirlik doğar. Ağlamayan
çocuğa meme yoktur. Sığınağımızdan çıkalım. Meydanları coşkun sel gibi yıkalım.
Bendimizi aşalım. Anamız, ablamız, kızımız, kendimiz için aydınlık günlere, hak
ettiğimiz kanunlara kavuşalım. Bulutsuz, güneşli, aydın günler dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşünceleriniz ve eleştirileriniz, bizim için değerlidir. Lütfen siz de yorumlarınızı paylaşarak bize destek olunuz.