19 Ocak 2012 Perşembe

ÇEKİN ELİNİZİ BAŞIMIZDAN (YAZAN: GÖNÜL DEVECİ)


Aklımın erdiğince, bilgimin yettiğince bir kadın olarak sıkıntılarımızı, sorunlarımızı yazmak istedim. Yazacaklarım tamamen kadınların sıkıntısı diye düşünüyorum.
Ben erkek düşmanı değilim. Sadece haklarımızın ve sorunlarımızın derdindeyim. Bazen biz kadınları gereksiz yere onurlandırıp bazen de hiç hak etmediğimiz şekilde inciterek sorunlarımızı unutturdular. “Kızını dövmeyen dizini döver, kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, elinin hamuruyla erkek işine karışma.” gibi birçok örnekler vardır. Ya da “kız evladı, öz evlat, yuvayı dişi kuş yapar, ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar, cennet anaların ayaklarının altında.” gibi avutucu sözlerle avutmuşlar bizi. Canımızı, gözümüzü kırpmadan verebileceğimiz vatana; “anavatan, anayurt, ana cadde.” gibi sıfatların olduğu benzetmelerle de onurlandırmışlar bizi. Oysaki biz ruhumuzu okşayacak  “laf olsun.” Şeklindeki doyumdan çok kanunlar önünde eşit olmak istiyoruz. 2. yurttaş olmak istemiyoruz. Atatürk’ümüzün kurduğu cumhuriyetin Türk kadınını görmek istediği yerdeki Laik Cumhuriyet adını korumak istiyoruz.
Siyasetçiler çekin elinizi başımızdan. Örtümüzle değil, beynimizle hak ve sorunlarımızla gündeme gelelim. Türkiye büyük millet meclisi hepimizin; sizin tekelinizde değil. Dönelim biz kadınlara. İğneyi kendimize çuvaldızı karşımıza batıralım. Biz kadınlar niçin haklarımıza sahip çıkmıyoruz? Haklarımızın alınması ile ilgili mücadeleyi düpedüz erkeklerin lütfuna bırakmışız. Onlar ne derse, ne kadar ne verirse onunla yetinmişiz. Biz eğitimimizle niçin gündeme gelmiyoruz? Çoğunluğumuz babanın, ağabeyin; yani aile erkeklerinin kararıyla ya da, eşimizin onayıyla işe girebiliyoruz. Bu bile okuyan, kırsaldan kente gelebilen şanslı kadınların elde edebildiği bir hak.
Hatırlıyorum da, eskiden rengarenk, çeşit çeşit başörtüleri genç kızların çeyiz sandıklarının vazgeçilmeziydi. Başörtülü bir kadın gördüğümüzde, “abla, teyze ya da, anne.” diyerek saygı gösterirdik. Çocukluğunu epeyce yaşamış bir kişi olarak hiçbir gün başörtüsünün midemi bulandırdığını, sinirimi bozduğunu hatırlamıyorum. Hatta gündemimde bile değildi. Bence o zamanlar başı açıklık eğitimin, okumuşluğun; yani aydın insanların simgesiydi. Ne zaman başı açık birini görürsek, onun etrafını sarar soru üstüne soru sorardık. Çünkü onlar bizce eğitimin simgesiydiler. Kimse başının niçin açık olduğunu sorgulamaz ve onu haksız bir biçimde yargılamazdı. “Keşke biz de böyle olsak”. diye çoğunun aklından geçtiğinden eminim. Ne biz onları, ne de onlar bizi başkalandırmaz ve yargılamazdık.
Türk Medeni Kanunu İsviçre’den alınmıştır. Ne var ki biz İsviçre’deki kadınlardan önce kadın olarak seçme ve seçilme hakkını elde etmiş; daha o günlerde çeşitli dernekler kurarak siyasete atılmış ve ilk meclisin oluşumunda bile kadın milletvekilleri olarak ülkenin yönetiminde söz sahibi olmuşuz.
Ülkemizin tarihine baktığımızda, Cumhuriyet kazanımlarının yok olmaya başlamasıyla birlikte, kadın hakları da hızla gerilemiş, kadının kazanımları ellerinden alınmış, kadın evine hapsedilmiş, işten ve eğitimden çekilmiş; bunlar yetmiyormuş gibi şekli baskılar başlamıştır.
Günümüze geldiğimizde seçim meydanlarında, televizyonlarda, mecliste, siyasetçiler ne zaman dara düşseler başörtüsünü gündeme getirip suni gündem yaratıyorlar.ve hiç gündemden düşürmedikleri için de dardan çıkma malzemesi olarak yedeklerinde tutup kullanıyorlar.
Seksenlerden sonra bu baskılar iyice yoğunlaşıyor ve bizlere de iyice kabul ettiriliyor. Bizlerse bu yanlış tavrı sessiz sedasız izliyoruz. Biz kadınlar birlik olup sesimizi duyurmuyoruz. Gerek kadın örgütleri, gerekse kadın siyasetçilerimiz, kadınlar adına bizler de mecliste, eğitimde, işte varız. Bunlar önce bizim insan olmaktan ötürü haklarımız; yani bizler de “hayatın içindeyiz.” diye haykırmıyoruz. Bizi sadece oy veren kişiler olarak görmeyin. Biz de eğitimde, istihtamda, ülkenin yönetiminde söz ve karar sahibi olmalıyız. Bizim gerçek taleplerimiz var. Bu talepler her şeyden önce bizim anayasal haklarımızdır. Biz kadınlar olarak eğitim, iş, yönetim konularında gündeme gelebiliriz. Bu aslında bizim elimizde. Eğer Kadınlar olarak birliği sağlayıp direnebilsek, bunların hiç birisi olmayacak şeyler değil. Yeter ki biz olduğumuz yeri bilelim. Durduğumuz yerde sağlam duralım.
Bazen düşünüyorum, ülkemiz nüfusunun yarısını kadınlar oluşturmakta. Şöyle bir yöntem kullanılamaz mı? Oy verme zamanlarında bizleri sadece oy veren olarak gören anlayışa karşı birleşip sandığa topluca gitmememiz halinde, ortamı allak bullak etmez miyiz? Eylemlerin en kalıcısını gerçekleştirmiş olmaz mıyız? Bu sorunun cevabını bile kendim veriyorum. Elbette ki evet. Kazanım yüzde yüz bizim lehimize olacaktır. Şöyle haykıralım mı kadınlar? “Bizim derdimiz başörtüsü değil. Çekin elimizi başımızdan.” Biz iş istiyoruz. Okumak istiyoruz. Ekonomik güvence istiyoruz. Kendi kararımızla özgürce evlenmek istiyoruz. Aydın, üretici anne olmak istiyoruz. Kendimizi haklarımızla güvencede hissedebileceğimiz, sağlıklı kanunlar istiyoruz.
Ben mayo giydiğim ya da, açık giyindiğim için mahalle baskısı görmek istemiyorum. Çünkü ben kimsenin açık ya da, kapalı olduğuna hiçbir şekilde müdahale etmiyorum. Ama onlar bana “emekli de olmuşsun, niçin kapanmıyorsun?” diye baskı yapma hakkını kendilerinde buluyorlar. Bu konuda uyardığımda ise, “biz seni düşünüyoruz.” diyorlar. Haklılar da. Çünkü başımızdaki liderler durmadan başörtüsüyle uğraşıyorlar. Hiçbir şekilde düşünmüyorlar. Oysa ki biz şiddete maruz kalıyoruz, eziliyoruz, horlanıyoruz. Kendi başımıza karar veremiyoruz. Hayati kararlar alamıyoruz. Töre cinayetlerinde faturaları biz kadınlar ödüyoruz. Sığınma evlerine, Morçatıya biz muhtaç oluyoruz.
Sorunlarımız saymakla bitmez aslında. Bu kadar sorunlarımız varken neden sadece başımız ve örtüsüyle uğraşıyorlar? Bir türlü anlayamam. Biz kadınlar bu kadar örgütsüz, bu kadar zayıf mıyız? Keramet başörtüsünde olsaydı eğer, herkes seve seve başını örterdi. Oysa siyasetçilerimiz de bunun böyle olmadığını biliyorlar. Bunu bir simge olarak kullanıyor ve gündemi saptırmanın bir yöntemi olarak görüyorlar. Bu konuda da akıllı davranıp dini istismar ederek kullanıyor ve insanların zihinlerini allak bullak ediyorlar. Oysa gerçek Müslümanlar çok iyi bilirler ki, açık olmak ne namaza, ne oruca, ne de başka ibadetlere engeldir.
Ben açık bir kadın olarak bütün ibadetlerimi gerçekleştiriyorum. Hiç de mani olmadığını biliyorum. Kızımın başörtülü ya da açık olması benim hiç derdim değil. Benim derdim; onun sağlam adımlarla yarınlara yürümesidir. Toplumda söz ve karar sahibi olmasıdır.
Verilenlerle değil, gerçekte elde ettiğimiz haklarımızla yaşayacağımız günlere kavuşmamız dileğiyle. Unutmayalım doktor olmak da, ilaç da, reçete de, tedavi görmek te; hepsi bizim elimizde. Yani kadınların örgütlü olmalarına bağlı diye düşünüyorum. Keşke biz kadınlar coşkun akan sel olabilsek. Belki sesimizi duyururuz. Coşkun sel; damlaların bir araya gelip coşmasıdır. Coşarken engel tanımaz bendini yıkar. Hedefi; dereye, ırmağa, nehire, sonunda denize kavuşmaktır. Deniz de kayıklara, yatlara, vapura, gemiye yatak olur. Yüzme; bilen insanlara zevk, bilmeyenlere mezar olur. Damla olarak kalsaydı eğer, varlığını hissetmezdik. Bunlardan da anlıyoruz ki, tek başımıza yol alamayız kadınlar. Meydanı boş bırakmayalım. Köylü köyünde, kentli kentinde bir araya gelelim. Güçlü bir örgütlenme; ancak bizim haklarımızın alınması ve sorunlarımızın çözümünün anahtarı olur. Haklar birlikle alınır, düğünler şenlikle olur. Haydi, kadınlar birliğe. Birlikten dirlik doğar. Ağlamayan çocuğa meme yoktur. Sığınağımızdan çıkalım. Meydanları coşkun sel gibi yıkalım. Bendimizi aşalım. Anamız, ablamız, kızımız, kendimiz için aydınlık günlere, hak ettiğimiz kanunlara kavuşalım. Bulutsuz, güneşli, aydın günler dileğiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşünceleriniz ve eleştirileriniz, bizim için değerlidir. Lütfen siz de yorumlarınızı paylaşarak bize destek olunuz.