19 Ocak 2012 Perşembe

ATATÜRK ve KADIN (YAZAN: DENİZ ÖZYAVUZ)


“Ey Türk kadını sen yerlerde sürünmeye değil omuzlarda gezdirilmeye layıksın”, diyerek atamız kadına ne kadar önem verdiğini göstermiştir. Türk tarihine bakıldığında, Türklerin kadınına ne kadar değer verdiğini görürüz, erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadını devlet yönetiminde hakanların yanında da söz hakkına sahiplerdi.
Kadının sosyal hayatın başlangıcı olan aile hayatının toplumun psikolojik ve sosyal yapısının şekillenmesinde önemli bir payı vardır. Türk kadını Osmanlı döneminde ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürülmüş, hakları elinden alınmıştı fakat atamız Türk kadınına geçmişteki saygınlığını geri vermiştir.
Ailenin temeli olan Türk kadınına medeni ülkeler seviyesinde olunabilinmesi için eşitlik haklarını vermek istemiş, kadınların daha rahat yaşayabilmeleri ve erkeklerle eşit  haklara sahip olmaları için Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından medeni yasaları çıkartarak eşitlik haklarını vermiştir. Bu hakları alan Türk kadını hayat içerisindeki yerini alarak, her meslekte çalışabilmiş hatta millet vekili, bakan, başbakan bile olmuştur.
Avrupa ülkelerinde hatta Amerika’da bile verilen kadın hakları mücadeleleri o kadar yoğunken bizim ülkemizde Atatürk tarafından batılı ülkelerden önce kadınlarımıza hak ettikleri hakları 1926 yılında Türkiye büyük millet meclisince kabul edilen ve yürürlüğe giren medeni kanun ile bin yıl önce kaybettiği, eşitlik hakkı verilmiştir.
Artık Türk kadını kişiliğini bulmuş, güç kazanmış ve erkeğiyle birlikte sosyal faaliyetlere katılmaya hazır olmuştur.
Seçme ve seçilme hakkını alan kadın, 3 Nisan 1930 da belediye seçimlerine katılmaya hak kazanmıştır.
1931 yılında ilk kez tıp dünyasında da varlığını göstermiş, 4 Mayısta ilk toplantısını yapan TBMM, 26 Ekim 1932 yılında yürürlüğe giren yasayla da muhtar köy kuruluna seçme seçilme, 8 Ekim 1934 yılında da kabul edilen, 5 Aralık 1934te de yürürlüğe giren kadınlara bütün haklar milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla verilmiş oluyordu.

Atatürk’ün kadın hakları hakkındaki görüşleri, dünya aydınlarının ve birleşmiş milletlerin yaymaya çalıştıkları kadın hakları, Atatürk tarafından yıllar önce uygulamaya konulmuştur Atatürk, Cumhuriyettin ilanından dokuz ay önce, Şubat 1923’de şöyle demiştir: “Bizim toplumumuzun başarısızlığının nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek, faaliyet demektir. Bundan dolayı sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse o sosyal  toplum felçlidir”.
Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözlerle, kadının yerini belirlemiştir.
1923 yılında, Konya’da yaptığı bir konuşmada: “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez”, demiştir.
Atatürk, 30 Mart 1923’de ,vakit gazetesinde yayınlanan bir beyanatında: “insan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur; bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin, mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kalırken, öteki yarısı göklere yükselebilsin”, demiştir.
Atatürk, kadınların giysisine de önem vermiş ve bir konuşmasında şöyle demiştir: “Bazı yerlerde kadınlar, başlarına bir bez ya da peştamal örtmüşler, yanlarından geçerken erkeklere arkalarını dönmüşler ya da yere yumulmuşlar. bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmelidir”, der.
1925        yılında da Atatürk, İnebolu gezisinde de, kadınlar için derki: “onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkacak bir şey yok”.  31 Temmuz 1932’de, Türkiye güzeli Keriman Halis’in, Belçika’da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine, Atatürk ona Ece adını verir.
Atatürk, kadınlara ne kadar önem verdiğini, her alanda göstermiştir.  onların haklarının erkeklerle eşit olmalarını sağlamıştır. Kadın haklarını, medeni ülkelerden önce, Türk kadınlarına sunmuştur.
İtalya’da 1948 de, Japonya’da, 1950 de medeni kanunu aldığımız  İsviçre’de 1971’de seçme,seçilme haklarını almışlardır. İsveç ve Danimarka’da farklı değildir. Aslında böyle bir lidere sahip olduğumuz için, sadece kadınlar değil, tüm Türk milleti olarak gurur duymamız gerekiyor. Fakat şu anki yaşadığımız yıllara baktığımızda, biz kadınlar öyle sanıyorum ki, elimizde olan haklarımızı, kendimize layık görmeyerek, her türlü kazanılmış haklarımızdan, vazgeçmek üzereyiz.
Görünen o ki, kadınlarımız, modern ve çağdaş olmaktan rahatsızlık duyarak, Cumhuriyet öncesi şeriat düzenini özlüyor; çarşaf ve peçe içine girmek, biz kadınların ve ülkemizin geleceğini karartacaktır. Batılı ülkelerden önce aldığımız haklarımızı geri teslim ederek bir çok ülkenin gerisinde kalacağız. Bunu, sevgili Ulu Önderimiz’in şu sözleriyle örneklendirmek istiyorum:
“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta. Çarşaf ve peçe altındaki Türk kadınını, artık tarihte aramalı”, diyor.
 Fakat bugünkü, Türkiye’de ise tam olarak tersini yaşamaktayız; acaba Türk kadını, özünde bulunan bağımsızlık ve mücadeleci ruhunu mu kaybediyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşünceleriniz ve eleştirileriniz, bizim için değerlidir. Lütfen siz de yorumlarınızı paylaşarak bize destek olunuz.